24 Kasım 2009 Salı

Gölgenin Ayak Sesi Bölüm - 3









Tom huzursuzca kalktı yatağından. Saati daha gecenin üçünü gösteriyordu ancak uyuyamayacak kadar tedirgindi. Korkunç bir rüyadan uyanmıştı ancak işin daha korkuncu yeni uyanmış olmasına rağmen rüyasını hatırlayamıyor oluşuydu. Kuruyan dudaklarını ıslatmak için dilini gezdirdi ancak bu da işe yaramayınca yatağından çıktı. Olabildiğince sessiz merdivenlerden inerken, salonun ışığının hala yandığını gördü. Kafasını kapıdan uzattığında Bill’ i bilgisayar başında buldu.
“Hala yatmamışsın?”
“Hala ayaktasın?” diye karşılık verdi Bill.
“Çok kötü bir rüya gördüm” dedi Tom, kendini kanepeye atarak. Yüzünü buruşturmuştu. Bu laf üzerine Bill bütün dikkatini ikizine verdi.
“Anlatmak ister misin?” diye sordu sevecence.
“İşin ilginç tarafı” diye söze başladı Tom, yattığı yerde doğruldu. “Rüyamdan tek bir şey bile hatırlamıyorum. Sadece çok korkunç olduğunu hatırlıyorum” dedi. Bill bunun üzerine bütün ilgisini kaybedip bilgisayarına geri döndü. “Sen neye bakıyorsun?”
“İnternette biraz araştırma yapıyorum” dedi Bill. “Okuduğum şu kitapla ilgili”
“Neden?”
“Kitap biraz ilginç geldi, bende yazarın başka kitaplarını bulup okumak istedim, isimlerini araştırıyorum” dedi Bill
“Peki sonuç?”
“Şimdilik bir şey yok” dedi Bill, ellerini saçlarında dolaştırarak. “Açıkçası beni de uyku tutmamıştı ve bununla kendimi oyalıyordum”
“Tamam” ded, Tom, oturduğu yerden kalkarak. “Mutfaktan bir şey ister misin?”
“Hayır, teşekkür ederim” diye cevapladı onu Bill. Gözlerini yeniden bilgisayar ekranına çevirdi.
Tom, ağır adımlarla mutfağa yöneldi, el yordamıyla düğmeyi buldu ve ışığı açmasıyla gözleri kamaştı. Buzdolabına giderek su şişesini çıkardı. Sonra bardağını buldu, bardağı suyla doldurduktan sonra göz hizasına kaldırıp baktı ve bahçedeki çiçeklere döktü. Tekrardan buzdolabını açıp bir bira aldı. İçtiği ilk yudumda soğuğun etkisini, ikinci yudumunda ise biranın tadını alınca yüzü buruştu. Hızlıca içerek kendi odasına çıktı tekrardan. Televizyonunu açtı ve kanallar arasında gezmeye başladı. İzleyecek hiçbir şey bulamadığında, oyun konsolununu açmak için hareketlenmişti ki başucunda gördüğü şeyle derin bir of çekti.
“Gölgenin ayak sesi”
“Yine mi Bill?” diye sordu kendi kendine. Kitabı alıp odasının kapısına ilerlemeye başladı…
Kapı açılmıyordu…
Hızla bir kez daha asıldı…
Yine açılmadı…
Kitabı yere bırakıp iki eliyle denediğinde kapıyı açabildi, ancak yerden kitabı almak için eğildiğinde, kapıyı yine kapanmış buldu…
“Hadi ama, şaka mı yapıyorsun!”
Sinirli bir biçimde söylenirken bir anda kapı açıldı. Bu sırada merdivenlerden çıkmak üzere olan Bill, şaşkınca Tom’ un odasına baktı.
“Güç denemesi mi yapıyorsun? Hem de kapı koluyla?” diye sordu
“Anlatsam hayatta inanmazsın” dedi Tom, gülerek. Bunun üzerine Bill’ de güldü. Tom kitabı uzattı. “Emin ol, bu kitabın yine benim odamda ne aradığına dair en ufak bir fikrim bile yok” Bill kaşlarını kaldırdı.
“Buna inanırım doğrusu. Bu kitap hep benim en beklemediğim yerlerden çıkıyor” Güldü Tom, ve tekrar odasına girdi.
“Tom” dedi Bill, ürkekçe arkasından. Tom başını çevirdi ikizine. Sevgiyle bakıyordu gözleri. Uzun zaman sonra ilk defa birbirleriyle bu şekilde göz göze geliyorlardı belki de. “İyi ki varsın, biliyorsun değil mi?” diye sordu
“İyi ki benim ikizimsin Bill, sen olmasaydın kimle dalga geçerdim ben?” dedi gülerek. Bill’ in de yüzünde bir tebessüm oluştu ve odasına giderken Tom onun hafifçe zıpladığına yemin edebilirdi…

Sabah kalktığında başının ağrıdığını fark etti Tom, gecenin bir yarısı içtiği biradan kaynaklanıyor olsa gerekti. Bu aralar her zamankinden daha sık başı ağrıyordu, buna bir çözüm bulması gerekiyordu ve bu kesinlikle içki içmeyi bırakması gibi bir çözüm değildi. Yataktan kalkıp kendini banyoya attı. Yüzünü soğuk suyla yıkadı ardından hızını alamayıp bütün başını lavabonun içine daldırdı ve soğuk suyun kafasında dolaşmasına izin verdi. Yüzünü kaldırıp aynaya baktığında kendinden rahatsız oldu.
“En iyisi ben bir banyo yapayım” dedi ve küvetin musluklarını açtı.

İçeri giren ışıklardan rahatsız olan Bill, ellerini yüzünde dolaştırdı. Gözlerini açmamak için direniyordu ancak bu kadar parlayan ışıkta bu biraz imkansızdı.
“Perdeler neden var, kahrolasıca” dedi ve gözlerinden birini açtığında perdelerin ardına kadar açık olduğunu gördü. Üfleyerek yerinden kalktı. Ayaklarını sürüyerek pencerenin yanına gitti ve bu mevsimde bu kadar parlayan ışınların nasıl olup da odasına girebildiğini çözmeye çalıştı. Sonunda çok fazla uykusu olduğunu fark edip, hızlıca perdeleri kapattı ve kendini tekrardan yatağına attı. Ancak yatağa yattığı anda gözleri birden açıldı. Gözlerini tavana dikti ve birkaç kez kırptı.
“Hayır” dedi kendi kendine. “Bu olamaz” dedi korkuyla ve gözlerini sıkıca yumdu en sonunda. Tekrardan gözlerini açtığında gözleri korkuyla hepten büyüdü.
“Tom. Tom! Tooom!” diye bağırarak odasından fırladı.

Banyodan çıkarak rastlarındaki suyu sıktı. Bu banyo ona iyi gelmişti. Rahatlamıştı sanki, bütün düşünceleri üzerinden akıp gitmiş gibiydi aynı zamanda. Beyaz havlusunu beline sardı ve aynadan görüntüsüne baktı. Sabahkinden daha iyi göründüğü kesindi ancak yüzünde nedenini bilemediği bir mutsuzluk vardı.
“Tooom!” diye bir çığlıkla kendine geldi. Bu Bill’ in sesiydi. Hemen banyodan fırladı. Kapısında Bill’ in bembeyaz suratını gördü.
“Ne oldu?” diye sordu ama cevabı duymaya korkar gibiydi. Bill’ in yüzü daha önce hiç görmediği kadar allak bullak olmuştu. Bill ağzını açtı ancak şaşkınlıktan bir şey söyleyemiyordu.
“Gel” diyebildi en sonunda. Tom uzun bacaklarıyla, Bill’ in arkasından hızlıca koştu. Odaya girdiğinde neler olduğunu anlaması için birkaç saniye durması gerekti.
“Ne oldu Bill? Neden bu haldesin?” diye sordu Tom.
Bill yavaşça yatağının yanına çöktü, gözlerini duvara dikti. Tom bir şey olmasından korkarak ikizinin yanına çöktü. Gözlerini Bill’ in baktığı yere dikti.
“Ne olduğunu anlatmayacak mısın?” diye sordu en sonunda.
Bill eliyle tavanı işaret etti. Tom gözlerini yukarıya kaldırdı.
“Ne görmem gerekiyor?” diye sordu şaşkın bir şekilde.
“Nasıl yani? Benim gördüğüm şeyi görmüyor musun?” diye sordu Bill. Tom sessizce yutkundu ve başını ‘Hayır’ anlamında salladı.

Bill gözlerini tavana kaldırdı. Tekrardan Tom’ a döndürdüğünde gözlerindeki korku daha çok büyümüş gibiydi.
“Ama, ama oradaydı…” dedi, kurumuş dudaklarının çıkartabileceği en yüksek sesle.
“Orada olan neydi?” diye sordu Tom.
“Yazı” dedi Bill, “Tavanda bir yazı vardı. Kırmızıyla yazılmış, bütün tavanı kaplamıştı”
“Rüya olmasın?” dedi Tom, gerilmişti bir anda.
“Rüya olmadığından eminim” dedi Bill sertçe. Bunun üzerine Tom’ un yüzü daha da gerildi. Bill’ e elbette inanıyordu ama 1 dakika bile olmadan kendi kendine silinen bir yazının olabildiğini hiç sanmıyordu.
Birden bire içeri giren rüzgar ikisini de ürpertti. Başlarını çevirdiklerinde Bill’ in balkon kapısının açıldığını gördüler.
“Sanırım kapıyı açık unutmuşsun” dedi Tom.
“Akşam kapamıştım ama” diye söylendi Bill, kendi kendine. Yavaş adımlarla kalktı ve gidip balkon kapısını kapattı.
“Bence sen soğuğun etkisiyle kabus görmüşsün, olan biten bu” dedi Tom, oturduğu yerden kalkarak.
“Sanırım öyle oldu” diye cevapladı onu ikizi. Yüzü hala bembeyazdı ve aslında Tom’ unda ondan farklı bir yanı yoktu. Sadece bunun nedenini anlayamıyordu.
“Ben üstümü giyineyim artık. Bence sende bir duş alsan iyi gelir” dedi odadan çıkarken. “Ve Bill, lütfen gece yatarken balkon kapısını açık bırakma. Hasta olmanı gerçekten istemiyorum.”
“Biliyorum Tom” diye cevapladı onu Bill. “ Teşekkürler”

Tom, dışarı çıkıp, odanın kapısını kapattı. Yavaş adımlarla kendi odasına doğru giderken, birden arkasını döndü. Sanki takip ediliyormuş, daha doğrusu biri onu izliyormuş gibi gelmişti. Kendi kendine bu paranoyaklığına sırıtıp, tekrar odasına gitmek için yürümeye başladı. İçi huzursuz olmuştu. Odasına girip, kapıyı açık bıraktı. Çekmecesinden eline geçirdiği eşofmanını giydi ve üzerine bir tişört geçirdi.
Başını çevirdiğinde oda kapısının kapanmış olduğunu gördü.
“Bill” diye seslendi yavaşça. Ses alamayınca kapısının yanına gitti. Kapıyı açmadı denedi.
Açılmadı…
“Bill, hiç komik değil bu!”
Bir kez daha açmaya çalıştı kapıyı ve yine başarılı olamadı.
“Bir gün içinde ikinci kez aynı şey başıma geliyor olamaz herhalde, değil mi?”
Kapıyı sertçe üçüncü kez çekti ve kapının aniden açılmasıyla yüzünü buruşturdu.
“Bu evde, garip bir şeyler oluyor.”


Sabah yaptıkları kahvaltı her zamankinden daha sessiz geçti. İkisinin de yüzü beyazlaşmıştı ve ikisi de bu konu hakkında konuşmayı istemiyordu. Birkaç kez başka şeylerden bahsetmek için konuşmaya çalıştılar ama ikisinin aklının da başka yerlerde olduğu belliydi. Tom, ikizine sabah olan kapı olayını anlatmak istiyordu ancak paranoyaklık olarak değerlendiriyordu.
Olan biten her şey bir hayal ürünüydü ve ikisinin de iyi bir dinlenmeye ihtiyacı vardı.

Tom kahvaltıdan sonra her gün yaptığı gibi mektupları almak için posta kutusunun yanına gitti. Hava olması gerektiğinden daha sıcak ve güneşliydi. Tom ışık karşısında gözlerini kırpıştırdı. Yolda spor yapan birkaç kişi dışında kimsecikler yoktu. Tam poşetleri almış, içeri giderken, birinin seslendiğini duydu.
“Hey! Hey, sen! Baksana bu tarafa!”
Arkasına doğru döndü Tom. Etrafına bakınıp, ona kimin seslendiğini çözmeye çalıştı.
Ya da en azından birinin ona seslenip, seslenmediğini…
Ya da böyle bir olayın olup olmadığını…

Eve doğru birkaç adım daha attıktan sonra, birinin koştuğunu duyumsadı ve arkasını döndü tekrardan. Nefes nefese kalmış birini gördü.
“Seni daha önce de gördüm” dedi Tom.
“Evet, yine ben” dedi çocuk. “Sanırım o gün sizi biraz sinirlendirmiştim.”
“Evet” dedi Tom sert bir sesle. Çocuğun adını söyleyip söylemediğini hatırlamıyordu. Yüzünü buruşturdu. Bu çocuk kimdi?
“Ben Samuel, adımı söylemiştim aslında” dedi çocuk, sanki Tom’ un düşüncelerini okumuş gibi.
“Peki benden istediğiniz şey nedir?”
“Aslında küçük bir yardım isteyecektim.”
“İlgilenmiyorum.” diye cevapladı onu Tom.
“Peki aslında sizi çok fazla ilgilendireceğini söylesem?”
“Peki ben de size, çekip gitmenizi söylesem?”
“Poşetlerinizi taşımaya yardım ederim, böylece istediğimi de söylemiş olurum” dedi Samuel, Tom’ un elindeki poşetleri işaret ederek.
“Bilmiyorum fark ettiniz mi ama?” diye söze başladı Tom, sabrı tükenmiş gibiydi. “Evim 10 adım ilerde ve ikisini de ben taşıyabiliyorum. Ayrıca, ilgilenmediğimi söylemiştim.”
“Zorlamıyorum” dedi Samuel. “İlerde nasıl olsa beni dinlemek zorunda kalacaksınız. Lütfen bunu alın, üstünde numaram yazıyor”
Tom, Samuel’ den bir an önce kurtulmak için verdiği kağıdı hızla alıp, buruşturup, cebine tıktı. Bu hareket karşısında Samuel’ in gözleri kocaman açılmış ve canı sıkılmış gibi duruyordu.
“Bakın” dedi. “Sizinle arkadaş olmaya niyetim yok, ben sadece sizi korumaya çalışıyorum ve emin olun, buna ihtiyacınız var”
“Sanmıyorum” dedi Tom, ve eve girip, kapıyı hızlıca kapattı.

“Öf” dedi kızgın bir sesle. Tom’ un sesini duymuş olan Bill, mutfaktan çıkıp ikizinin yanına geldi. Elindeki mektup torbalarından birini alırken, gözü Tom’ un asılmış yüzüne takıldı.
“Ne oldu?”
“Dünkü çocuklar yine karşılaştım” dedi Tom, yüzü artık iyice asılmıştı.
“Ve?” dedi Bill, Tom’ un yüzüne bakarak.
“Ve beni her zamankinden daha fazla sinir etmeyi başardı”
“Neden boş vermiyorsun?”
“Deniyorum ama unutmaya başladığım her an tekrardan kafamda beliriyor! Bu çok iğrenç” dedi Tom, sıkıntılı bir sesle. “Ayrıca…”
“Ayrıca?” dedi Bill, ilgilediğini gösteren bir sesle.
“Neyse boş ver, bu akşam bir yerlere gitmeye ne dersin?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder