27 Eylül 2009 Pazar

Gölgenin Ayak Sesi Bölüm - 1





Beysbolcu kasketini yüzüne kadar indirmiş bol elbiseli uzun çocuk evin beyaz ve camlı kapısını açtıktan sonra hafifçe gerindi. Ona göre sabahın erken sayılabilecek bir saatiydi daha. Üzerine kısa kollu bir tshirt giymiş, altına da çok sevdiği siyah bir eşofman altını geçirivermişti. Görünüşünün bir parçası olan şapkasını her zamanki gibi takmış ve rastalarını omzunun iki yanından sallandırmaktaydı.
Yavaş ve isteksiz adımlarla posta kutusunun yanına gittikten sonra derin bir iç çekti. Posta kutusu ağzına kadar mektup ve çeşitli paketlerle doluydu, her zamanki gibi. Postacı artık bu mektupları birkaç torba içerisinde getiriyordu çünkü mektuplar artık çantasına sığmayacak kadar fazla ve büyüklerdi. Kiremit rengi evde kalan iki çocuktan biri sabahları posta kutusuna bırakılanları alır ve posta kutusunun hemen yanındaki çöp kutusuna atıverirdi. Akşamda oradaki her şey şehir çöplüğünü boylardı.
Ancak diğerine göre daha sıska ve uzun olan çocuk son zamanlarda bu huyunu değiştirmişti. Hepsini açıp okumasa bile gözüne çarpan en azından bir ya da iki mektubu açar okurdu. Böylece kendini affettirdiğini sanmaya devam ederdi…

“Tom, mektupları salona getir” diye bağırdı sıska olanı. Bol giyinme alışkanlığını çocukluğundan beri değiştirmeyen Tom, torbalarca mektubu ikizinin önüne bıraktı. İkizi olan Bill yüzünü okuduğu kitaptan kaldırmayarak kardeşine sordu “Bugün neler var?”
“Çöpe gidecek mektuplar ve çöpe gidecek mektuplar” diyerek cevapladı onu Tom, yüzünü ekşiterek. “Bu insanla bu kadar mektubu nasıl yazıyor hala anlam verebilmiş değilim. Hiç mi işleri güçleri yoktur bu insanların? Hani güzel, hafiften yarı çıplak resimlerini yollasalar tamam da o bakımsız resimlerini de mektupların arasına sıkıştırmıyorlar mı, ıyk, iğrenç” dedi, şimdi hepten yüzü buruşmuştu.
“Tamam, yanıma bırak onları” dedi Bill.
“Bütün bunları okuyacak mısın cidden?” diye sordu ona Tom
“Senin yapmadığın işlerin en azından bir kısmını birisinin yapması lazım, sen farkında olmasan bile Tom. Ve bu kişi de ne yazık ki benim” dedi Bill, bir eliyle kendini işaret ederek. Sonunda gözlerini kitaptan ayırabilmişti. Evde geçireceği günlerde olduğu gibi bugün yine o bebeksi yüzünde makyaj yoktu, saçları da dümdüzdü. O da üzerine her zamanki gibi bir eşofman geçirmişti ancak her zamankinin aksine ayaklarını koltuğun üzerinde toplamış, gözlerini ayırmadan siyah kalıncana bir kitap okuyordu.
Tom kardeşine karşı gözlerini devirdikten sonra masanın üzerine torbaları olduğu gibi bıraktı. Torbalardan çıkan ses, bugün yine bir sürü mektubun geldiğinin habercisiydi. Tom, gözlerini devirmeye devam ederek ikizinin yanına gitti.

“Ne yapıyorsun sen?” diye sordu
“Görmüyor musun, kitap okuyorum” diye cevapladı onu Bill
“Gördüğüm için soruyorum” diye cevapladı onu Tom. “En son kitabı ilkokulda filan okuduğunu sanıyorum”
“Evet, öyle, bunun senin için bir sorun oluşturduğunu düşünmüyorum. En azından ben senin gibi dergilerdeki porno hikâyeler köşesini takip etmiyorum. Oturup arada bir bile olsa kitap okuyorum” dedi Bill, sesinden hafif kızdığını fark etmemek mümkün değildi.
“Hey, o hikâyelere laf yok, insanın hayal gücünü geliştiriyorlar” dedi Tom gülerek. “Peki, kitabın adı ne?” diye sordu Tom, şansını zorlamaya başladığını artık fark ederek
“Gölgenin ayak sesi” diye cevapladı onu Bill
“Gölgenin ayak sesi mi? Kitabın ne kadar saçma olduğu buradan belli, gölgenin ayak sesi olur mu ki hiç?” diyerek gülmeye başladı Tom. “Konusu ne bu kitabın?” diye sordu hala gülmeye devam ederken.
“Of, yeter Tom, içimdeki okuma hevesini kaçırdın” diyerek kaşlarını çattı Bill. Masanın yanına giderek, elindeki kitabı bıraktı. Sonra tekrardan olduğu yerden alıp, Tom’a fırlattı. “Ben mektupları okurken, ayakaltında dolaşma. Kitabın konusunu da merak ediyorsan, bu sırada aç, oku. Sonrada odama bırak” dedi
“İşim olmaz” dedi Tom, kardeşinin attığı kitabı elinde sallayarak. Merdivenlere doğru yöneldi. Birkaç basamağı çıktıktan sonra masaya oturmaya çalışan kardeşine döndü “Akşama hep birlikte bara gideceğiz, unutma. O zamana kadar hazır ol” dedi
“Tamam” derken Bill, bir yandan da koluyla savuşturma hareketini yapıyordu…


“Gölgenin ayak sesi olur mu? Olmaz değil mi? Ama ya bu gölge sizin düşündüğünüz gibi bir şey değilse? Ya bu gölge kelimesinin altında daha başka bir şey yatıyorsa?
Kitabın dünyasından daha çok, kelimelerin dünyasına hoş geldiniz. Okuduğunuz şeylerin aslında sandığınız şeyler olmadığını çok geç olmadan anlayacaksınız. Bir kelimenin birden çok anlamı olduğunu düşündükçe çıkartacaksınız. Ancak o zamana kadar çoktan kendinizi kitabın dünyasında bulmuş olacaksınız…
Kendinizi kaptırmayın, çıkamazsınız…”

“Saçma” dedi Tom, elindeki kitabı Bill’ in başucundaki komedine bırakırken. “Ancak Bill’ in böyle kötü bir kitap zevki olabilir. Tabi o hiç 90-60-90 vücutlu hatunların maceralarını okumamış ki nereden bilsin güzel şeylerin nasıl olduğunu”
Odanın kapısını kapatırken, kendi gölgesini gördü duvarda. Gülerek duvara doğru konuşmaya başladı, elinde olmadan hala gülüyordu
“Söyle bakalım, gölge kardeş, senin ayak sesin var mı?”


Bill masanın üzerine oturmuş, ilk torbadaki mektupları yanına döküyordu. Ünlü olmanın tek sorunu buydu işte. Hayranları kendileri için bir sürü şeyden fedakârlık yapabiliyorlardı. Bill hiçbir zaman bunun doğruluğunu savunmamıştı. İnsanlar ellerindeki şartların en iyisini yapmalılardı… Bazı şeyler için fedakârlık, kendinden ödün verme ile eş anlamlıydı…
İkinci torbadaki mektup yığınını da yanına döktükten sonra eline rastgele mektuplar almaya başladı. Birinci mektup, ikinci mektup, üçüncü mektup… Hepsi açılmadan çöpe gitmişlerdi bile. Birkaç mektubu daha çöpe yolladıktan sonra, eline okunmaya değer olduğunu düşündüğü bir mektup geldi. Zarfını yırttı, okuduktan sonra onu da çöpe attı. On mektup, yirmi mektup, otuz mektup… Masanın üzerindeki mektup yığını azalıp, çöpteki mektup yığını çoğalmaya başlarken, Bill’ in de içi sıkılmıştı. Yine her zamanki şeylerdi. “Bill seni çok seviyorum”, “Ben Tom’ a tapıyorum”, “ Sizin için her şeyimi veririm”

“Yapmayın” diye söylendi Bill kendi kendine. “Tanımadığınız insanlara bu kadar bağlanmanız… Hiç hoş değil…” Sonra birden bire Tom’ un neden hiçbir zaman mektupları okumadığını anladı. O bu tip şeylere hiç gelemezdi…

Masanın üzerindeki geri kalan bütün mektupları çöpe atarken, gözüne siyah zarflı bir mektup takıldı. Ama artık çok geçti çünkü çoktan çöpü boylamıştı ve Bill attığı mektupları asla tekrardan geri çıkarmazdı…

“Üzgünüm Bayan Karamsar ama tekrardan mektup yazmak zorundasın” dedi ve masadan aşağıya indi.


9 civarı kapıları çalındı. Tom kapıyı açtığında, gelen üç kişiyi de evlerine buyur etti.
“Georg, Gustav, Andreas, sizleri görmek ne güzel. Uzun zaman olmuştu” dedi gülerek
“Evet” diye cevapladı onu Georg
“Tamı tamına 16 saat olmuş görüşmeyeli Tom, nasıl dayandın hasretimize?” diye sordu Andreas, gülerek
“Çok zor oldu, inanın bana” diye aynı şekilde karşılık verdi Tom

Bill aşağıya indiğinde herkes koltuklara yayılmıştı. Onunda hazır olduğunu gördüklerinde, arabalara dağılarak, her zamanki bara gitmek için sözleştiler. Gece bazıları için yine çok uzun olacaktı…


Gece eve döndüklerinde saat gece yarısını çoktan geçmişti, hatta gün ağarmak üzereydi. Tom başının dönmediğini iddia ederek, merdivenlerden kendi başına çıkabileceğini, kendisinden daha az içen ikiz kardeşine göstermek zorunda kaldı. Kızlara hava atmak için yine alkol sınırlarını ciddi anlamda aşmıştı. Sonuç mu? Koskocaman bir sıfır…

Tom odasına girer girmez, kendisini rahat yatağına atıverdi. Gözlerini açtığında her yerin döndüğünü sanıyordu.
“Off, biri odamı durdursun” diyerek inledi. Başucundaki lambayı yaktı. Kendini zorlayarak, pantolonunu çıkardı, üzerindeki tshirtten de kurtuldu. Şapkasını da lambasının tepesine taktıktan sonra başını diğer tarafa çevirdi…

“Gölgenin ayak sesi mi? Ben bu kitabı Bill’ in odasına bırakmıştım ama” diyerek kendi kendine konuştu Tom, aynı zamanda karşısında duran siyah kalın kitabı ileriye doğru ittirmişti. Bir kere daha ittirdikten sonra, yatakta diğer tarafa döndü. “Bir daha bu kadar çok içemeyeceğim, kitapların Bill’ in odasından benim odama yürümeye başladığını düşünüyorum” diye söylendi kendi kendine. “Uyandığımda ben tamamen ayılmış ve o kitapta oradan gitmiş olacak. Sadece uyumam lazım” dedi, yine kendi kendine…


“Başım” diye inleyerek yataktan kalktı Tom, zor bile olsa. “Çok içmişim” dedi elleriyle başını tutarak. Başı hafiften ağrıyor, akşamdan kalmalığın etkisiyle de midesi hafifçe bulanıyordu. Üzerine bir şeyler giyerken kapısı açıldı.

“Tom, kitabımı nereye koydun? Başucuma bırakmanı söylemiştim” diyen bir adet Bill girdi içeriye.
“Öyle yaptım zaten. Yatağının başucundaki komedinin üzerine bıraktım kitabını. İyi bak, orada, oraya koydum çünkü” dedi Tom, kafasına şapkasını takarken.
“Saçmalama Tom, kitap buradaymış işte” dedi Bill, yatağa doğru hamle yaparken
“Ama ben bu kitabı dün odana bıraktım” dedi Tom
“Demek ki bırakmamışsın kitap burada olduğuna göre. Hadi itiraf et Tom, kitabı okumak mı istiyorsun?”
“Saçmalama. Ben böyle kitapları hayatta okumam. Kitabı da ben odana bırakmıştım, nasıl olup buraya geldiği hakkında en ufak bir fikrim bile yok” dedi Tom, sabrı taşmış bir şekilde
“Ayaklanıp yürümüştür belki” dedi Bill
“Yürürken ayak sesi de çıkarmıştır” diye alaycı bir cevap verdi Tom
“Of, kes. Kahvaltı masası hazır, aşağıda seni bekliyor” dedi Bill ve yatağın üzerinde duran kitabı alarak odadan çıktı.


Tom yatağın üzerine oturdu. Kitabı Bill’ in odasına bıraktığını çok iyi hatırlıyordu. O sırada kafasının yerinde olduğundan da çok iyi emindi…
Peki, asıl soru, kitabın odasına ne işi olduğuydu?

5 yorum:

  1. Ben bunu okuyacağım Gizmo.

    YanıtlaSil
  2. Ya Gizmo konuşmaları çok gerçekçi yazıyorsun, sanıyorum ki onlar burada. Hikayenin bölümü daha uzun olsa ve benimde uykum olmasaydı ben bunu rahatlıkla gözümün önünde canlandırabilirdim. Çünkü o kadar gerçekçi ki...

    Yani sanki o kitap hakkındaki düşünceleri Tom bir röportajda demiş gibi. Eminim böyle şeyler derdi. Ne anlar o. Ayrıca hayran mektupları yerine playboya baksın o hıh.

    Tamam, onlarda biraz sapıtmış.
    Baksana Gizmo. Bill bile bunaldı. Eh normal olarak.

    Kitap yürüdü kitap yürüdü asdfg. Onu çok merak ettim ya. Devam et Gizmoğğ *.*

    YanıtlaSil
  3. Yürüdü yürüdü xD
    Kitabın ayakları var xD

    Yaa ben hikayelerime film çekmek istiyorum, eminim ki çok güzel bir film olur kendileri xD Birazda o yüzden bu kadar gerçek gibi yazıyorum sanırım =)

    Tom gitsin playboylarıyla uğraşsın, niye bakıyor ki mektuplara hıhhh!!

    Beğenmene sevindim Diğğğ =))

    YanıtlaSil
  4. Ya var ya, harbiden film olup izlemek ayrı bir şey olur. Kesinlikle ya. Var ya aslında yönetmenlere böyle bir şey yollamalıyız. Dandik dandik şeyler çıkacağına adam gibi bir şey izlerik(H)

    (:

    YanıtlaSil
  5. Nasıl bittiğini anlamadım gerçekten. Okumaya başladım ve bir baktım, bölüm bitmiş.
    Çok sürükleyiciydi. Konuşmalar çok eğlenceliydi. Tom her zamanki alaycılığını takınmıştı, ama onu böyle de seviyorum xP.
    Esrarengiz bir hikâye ve ben böyle hikâyeleri okumaya bayılırım. Çok zevk alıyorum.
    Kitabın oraya nasıl geldiğini merak ettim. Belki de gerçekten gölgeler de yürüyebiliyordur ve onların da bir ayak sesi vardır?
    Sorularımın cevabını almak üzere, hemen ikinci bölüme geçiyorum.
    Ellerine sağlık Gizem. (:

    YanıtlaSil